Dünya Gazetesi'nden Ekonomist Aydın Öncel'in Yazısı...

Anayasaya göre “Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir.”

Konut, hem bireyler hem de aileler için huzurun, güvenliğin, istikrarın temelidir. Dolayısıyla, bir insan hakkıdır. Ülkeler, vatandaşların bu hakkı elde edebilmesi için gerekli gerekli girişimlerde bulunmakla ve elde edilen hakları korumakla mükelleftir.

Konutla ilgili en bilindik sarsıntılardan birini, hala bedelini ödediğimiz, 2008 yılında yaşanan küresel ekonomik krizle yaşadık.

Bu tarihte, ABD taşınmaz mal piyasasında yaşanan sert düşüşler nedeniyle çok sayıda iflasın yaşanması, krizde tetikleyici neden olarak gösterilmişti...

Türkiye’de henüz bu boyutlarda bir kriz yaşanmasa da, konut ve barınma sorunu günümüze dek süregelmiştir.

Bu nedenle, sektöre yönelik birçok kampanya ve paket hazırlanmış fakat kalıcı çözüm bir türlü sağlanamamıştır.

En az salgın, enflasyon, işsizlik, göç gibi başlıklar kadar başarısız sınav verdiğimiz konut ve barınma sorunuyla ilgili önceki hafta yeni bir paket daha sunuldu…

Sermaye transferi

Konut finansmanı konusuyla ilgili açıklanan, 10 yıla kadar vade olanağı sağlayan, üç ayrı paket, kalıcı çözümün yine çok uzağında kaldı.

Birinci paket, ilk ve tek konut sahibi olacaklara, 2 milyon liraya kadar değere sahip, birinci el satın almalar için aylık yüzde 0,99 faizi içeriyor.

Buna göre, 2 milyon kredi alan bir kişi, 10 yıl süreyle, her ay 28 bin 555 lira ödemek zorunda olacak…

3 milyon 894 bin işsizin bulunduğu, çalışan nüfusunun da yüzde 50’den fazlasının asgari ücret aldığı bir ülkede bu tip politika ve uygulamalar ne kadar gerçekçi ve ne kadar sürdürülebilir, tartışılır.

Nitekim uygulamanın açıklanmasıyla beklenenin aksine, konut fiyatlarında ciddi oranda sıçramalar gözlenmiş, işsiz ve asgari ücretlilerin bu şartlarda konut sahibi olması biraz daha imkânsız hale getirilmiştir!

Kredili Konut Satışı 76 Şehirde Geriledi Kredili Konut Satışı 76 Şehirde Geriledi

Diğer paket, aylık yüzde 0,89 faiz oranıyla, birinci ve ikinci el konutları da kapsamakta. Fakat konut değerinin en az yarısının, 1 Nisan 2022 tarihinden önce açılmış DTH’ların bozdurulması veya fiziki altınların TCMB’na satılarak karşılanması şartlarını içeriyor…

Bu durum, Hazine’nin kasasıyla ilgili endişeleri biraz daha arttırıyor. Hemen ertesi gün yurtdışı rüzgârını da arkasına alan döviz piyasalarındaki yükselişler bu korkuları haklı çıkarıyor.

Üçüncü ve son paketse, evlere şenlik. Mayıs ayı başı itibarıyla en az yüzde 40’ı tamamlanmış ve en az yüzde 50’si satılmamış inşaat projelerinin tamamlanması için 20 milyar liralık kaynak ayrılmasını kapsıyor...

Bu da ödediğimiz vergilerden müteahhitlere kaynak aktarımı yani tam anlamıyla bir sermaye transferi anlamına geliyor.

Resmi rakamlara göre, yüzde 70’e dayanan tüketici enflasyonu ve yüzde 21,2 oranında çok rahatsız edici bir genç işsizlik seviyesi düşünüldüğünde, aylık 28 bin lira üzerinde geri ödeme gerektiren kredi paketlerinin, halka yönelik bir çalışma olarak hazırlanmadığı rahatlıkla anlaşılıyor.

Balon şişiyor!

Yaşanan tüm konut krizlerinde yapılan hataların başında, geri ödemede yaşanabilecek aksamalar düşünülmeden sağlanan düşük faizli krediler gelmektedir.

Türkiye, dünya ekonomisinin kötü deneyimlerine rağmen bu konuda uzunca bir zamandır yangına körükle gitmektedir.

Başta FED ve ECB olmak üzere birçok merkez bankasının parasal genişlemeye gitmesinden kaynaklı yaşanan likidite bolluğunda, üretime dönük yatırımlar yerine, inşaat sektörüne plansız, dengesiz, kontrolsüz yatırımlar yapan Türkiye, geçmişte yapmış olduğu bu hataları şimdi daha da riskli uygulamalarla telafi etme çabası içinde bocalıyor.

Türkiye, konut fiyatlarını düşürmeyi başaramasa da, yükselişleri durdurmak için her şeyden önce enflasyonu aşağı çekmek zorundadır.

TÜİK’e göre, inşaat maliyetlerinde yıllık artış yüzde 90’dır. Bu durum yeni projelerin ve ucuz konut üretiminin önünü tıkamaktadır.

Konut fiyatlarının artmasının önüne geçebilmek için enflasyon dışında halledilmesi gereken başka sorunlar da var elbette...

Her şeyden önce faizlerin düşürülmesiyle ortaya çıkan talep, özellikle büyükşehirlerde arsa üretilememesi nedeniyle ortaya çıkan arz yetersizliğinden dolayı karşılanamaz duruma geliyor.

Üretilen konutlarda etkin fiyat yönetimi yapamayan ekonomi yönetimi, piyasayı-müteahhitlerin, emlakçıların, konut sahiplerinin insafına bırakıyor.

Vatandaş yerine sürekli olarak balona nefes verilmesi, gözlerimizi kısarak, kulaklarımızı tıkamamıza neden oluyor. Balon gittikçe şişiyor, beklenen patlama gerçekleşecek gibi görünüyor!...

Editör: Emlak Zirvesi